08 Mart 2005
KONU: Türkiye'deki siviller ile ordunun arasındaki ilişkilere genel bir bakış.
ÖNEMİ: Hem ordu hem de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti Türkiye'nin kabul müzakerelerinin başlangıç tarihini alma umutlarını söndürme korkusuyla Aralık ayındaki AB zirvesi öncesinde karşı karşıya gelmekten kaçınmayı tercih ettiler. Ancak tarihin alınmasıyla birlikte hem AKP hem de ordu içerisindeki fikirlerinden ödün vermeyen kişiler üzerindeki baskılar ortadan kalktı.
ANALİZ: AKP, Kasım 2002'de iktidara geldiğinde, muhafazakâr tabanı, katı Türk laiklik anlayışını yumuşatarak kadınların devlet kurumlarında başörtüsü takma yasağının kaldırılması ve dini okullar üzerindeki kısıtlamaların azaltılması gibi tedbirlerin alınacağını umut etmişti. Söz konusu planlar kendini Türkiye'nin laik düzeninin koruyucusu olarak gören ordu tarafından reddedildi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök
Karşılıklı baskılar. AKP, iktidardaki ilk iki yılında 2001 ekonomik krizinin etkilerini ortadan kaldırmaya ve AB ile kabul müzakerelerinin başlangıç tarihini almaya odaklandı. Hükümet hem baş örtüsü hem de dini eğitim üzerindeki kısıtlamaları hafifletmeye yönelik geçici girişimlerde bulunmuş olsa da, ordudan gelen uyarılar sonucunda, ve oluşabilecek ciddi bir karşıtlığın daha büyük hedeflerini tehlikeye sokabileceği korkusuyla geri adım attı.Ordu üst yönetimi de böyle karşı karşıya kalma durumundan kaçınma konusunda istekli. Org. Hilmi Özkök, Ağustos 2002'de Genelkurmay Başkanı olduğundan bu yana AKP hükümetiyle olan ilişkilerinde daha kesin olması konusunda ordu içerisinden gelen yoğun bir baskı altında; hâlâ subayların çoğu AKP'nin uzun vadeli İslamcı bir gündemi buluduğu şüphesine sahip. Ancak, Özkök bu subayların isteklerini kabul etse de karşı karşıya olduğu bazı kısıtlamalar var:
Nüfuz kaybı: Önceki hükümetlerin aksine, karşılıklı şüpheler, Genel Kurmay'ın yüksek rütbeli personeliyle AKP'nin önde gelen mensupları arasında kişisel bir temas ağının kurulmasını engelleyerek ordunun nüfuzunu kamuoyundan gizli bir şekilde uygulamasını zorlaştırdı. MGK'deki yetkilerinin azaltılması ve kurul toplantılarının seyrekleşmesi, Genel Kurmay'ın geleneksel olarak sivil hükümet için politika parametrelerini belirlediği düzenli kurumsal platformu zayıflatmıştır. Bu durum, Genel Kurmay'ın politika konularında baskı uygulayabileceği tek ana vasıtanın kamuoyu görüşlerinin olması sonucunu doğurmuştur. Yine de bu durumun ciddi riskleri vardır.düzenli kurumsal bir palirlediği düzenli kurumsal bir pa2. AB taahhütleri: TSK'nin yüksek rütbeli subaylarının AB'nin Türkiye'yi üye olarak kabul edeceği konusunda şüpheleri olsa da, kabul sürecinde verilmesi gerekecek bir çok taviz konusunda huzursuz olsalar da üyelik fikrini şu sebeplerden dolayı destekliyorlar:
Bu, Atatürk'ün modernleşme ve batılılaşma politikasının doruk noktası olacak ve Eğitim ve refah seviyeleri yükselerek İslamcı ve ayrılıkçı Kürt siyasi partilerin seçimlerdeki cazibesini azaltacak.Özkök Türk kamuoyunun çoğunluğunun AB'ye kabul edilme fikrini desteklediğinin ve aşırı müdahalenin AB'nin tepkisini çekeceğinin de farkında. Ayrıca, ordunun siyasi müdahalede bulunabilme becerisinin, esas olarak askeri sokağa çıkarmaktan ziyade yüksek kamuoyu desteğine bağlı olduğunun da bilincinde. Sonuç olarak Mayıs ayında hükümetin dini eğitim üzerindeki kısıtlamaları hafifletme çabalarını önlemek gibi hayati öneme sahip bir konu olmadıkça siyasi arenada aşırı müdahalelerde bulunmaktan kaçındı.
Gecikmiş karşılaşma. Ancak AKP yetkilileri gizli olarak önceliklerinin ordunun aksine nihai üyelikten ziyade kabul müzakereleri olduğunu itiraf ediyorlar. Şuna inanıyorlar, kabul müzakerleri için gereken AB normlarına uyum:
ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaları hafifleterek başörtüsü yasağı ve dini eğitim üzerindeki kısıtlamaları kaldıracak. ekonomik dengeyi garanti edip yabancı yatırımları artırarak refah seviyesini artıracak ve ordunun siyasi nüfuzunu azaltacak böylece Genel Kurmay Başbakanlık yerine Savunma Bakanlığı'na bağlanabilecek.Bunun sonucunda AKP içerisindeki katı İslamcı unsurlar bile, Türkiye müzakere tarihi alana kadar sabırlı olmaları konusunda hazırlanarak, kabul müzakerelerine kilitlendi. Ancak 2004 yılında AİHM'de Türk üniversitelerinde ve Fransız okullarında başörtüsü yasağının onaylanması kararını müteakip AB ile daha fazla entegrasyonun yararları hakkında şüpheler belirdi.
3. AKP huzursuz: Özkök, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başörtüsü veya dini eğitim üzerindeki kısıtlamaları kaldırma teşebbüsünde bulunmayacağı ve ekonomiye odaklanacağı konusunda kendinden emin. Ancak Erdoğan AKP içinde büyüyen bir huzursuzlukla yüz yüze, otokratik tarzı ve etrafını güvendiği küçük bir danışman ekibiyle çevirmeyi yeğlemesi ve orduyla karşı karşıya gelmekteki artan isteksizliği kızgınlık yaratıyor.
Bir avuç, hayal kırıklığına uğramış liberali kendine çekmiş olsa da AKP oldukça muhafazakâr bir parti olarak kaldı. Neredeyse üyelerinin tümünün, başörtüsü yasağı nedeniyle devlet memuru olması, kamu hizmetlerinde çalışması veya üniversite eğitimi alması engellenen kadın akrabaları var. Erdoğan bu konuları ele almayı geciktirirse AKP içerisindekilerin sabırlarının azalması olasıdır.
4. Orduda bölünme: TSK'nin diğer tüm üyeleri, Özkök'ün Erdoğan'ın niyetleri konusundaki iyimserliğini paylaşmıyor. Emekli ve hizmetteki subaylar ihtiyaç olduğunda Özkök'e baskı uygulamaya hazır bir ağ kuruyorlar. Hem Karakuvvetleri Komutanı General Yaşar Büyükanıt hem de Genelkurmay Başkanı Yardımcısı İlker Başbuğ fikirlerinden ödün vermez kişiler olarak biliniyor. Büyükanıt halihazırda Özkök'ün 2006'da emekliye ayrılmasını müteakip görevi devralmayı bekliyor. Sonuç olarak vaktin dolmasını bekliyor ve kamu meselelerinde alenen konuşma konusunda ihtiyatlı davranıyor.Ancak, Ocak ayında hükümet AB'ye Kıbrıs konusunun çözümü için olası herşeyi yapacakları konusunda teminat vermeyi sürdürünce, Büyükanıt kapsamlı bir çözüm olmadan adadan tek bir askerin bile çekilmeyeceğini açıkça söyledi. Bunu söylemeden önce ne hükümete danışmıştı ne de fikirleri Özkök tarafından teyit edildi.
Aynı esnada Özkök'ün onayıyla, ancak yine hükümete danışılmadan, Başbuğ, Iraklı Kürtleri, Kerkük'ün kontrolünü alma teşebbüsünde bulunmaları durumunda Türkiye'nin askeri müdahalesiyle karşılaşabilecekleri konusunda uyardı. Erdoğan Kuzey Iraktaki gelişmeler konuısunda hükümetinin görüşlerini hemen sonra ifade etse de Büyükanıt'ın ifadesini desteklememesi veya yanıtlamaması Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerini etkileyen en önemli konulardan birinde büyük bir çatlak olduğuna dair açık bir işaretti.
Hem Başbuğ'un hem de Büyükanıt'ın demeçleri, TSK mensuplarının hem hükümetin hem de Türkiye'nin yabancı müttefiklerinin karşısında bulunduğu hususlar olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu demeçler sadece Erdoğan'ın değil Özkök'ün de yatıştırması gereken iç unsurlar olduğuna dair bir kanıttır. Bu unsurlar tam karşıt olarak iç ajandaya karşı çıkıyorlar ve bir noktada karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz.
SONUÇ: Hem Erdoğan hem de Özkök karşı karşıya kalacakları noktayı mümkün olduğunca ertelemek isteseler de yatıştırmak zorunda oldukları katı fikirli ve daha az pragmatik kişiler var. Sonuç olarak, laiklik konusunda yapılan birbiri ile uyumsuz yorumlar üzerinden bir yüzleşme kaçınılmaz.
Çeviren: Evren Dağlıoğlu
Oxford Analytica, uluslararası, bağımsız bir danışmanlık şirketidir. Oxford ve belli başlı bazı üniversitelerden, alanında yetkin yazarın rapor ve analizlerini yayımlıyor. Aralarında bazı ülkelerin hükümetlerinin de bulunduğu, uluslararası şirket ve bankalar, ayrıca Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler de müşterileri arasında yer alıyor.